Babaeski Sağlık Müdürlüğü Ekipleri Sahada
Babaeski İlçe Sağlık Müdürlüğü ekipleri, Karahalil Beldesi'nde vatandaşlara akılcı ilaç ve antibiyotik kullanımı konusunda bilgilendirici eğitimler verdi.
Babaeski İlçe Sağlık Müdürlüğü ekipleri, sağlık bilincini artırmak ve doğru ilaç kullanımını teşvik etmek amacıyla Karahalil Beldesi'nde önemli bir bilgilendirme etkinliği düzenledi. Ekipler, beldedeki köy kahvesinde toplanan vatandaşlara akılcı ilaç ve antibiyotik kullanımı konusunda detaylı eğitimler verdi. Uzmanlar, doğru dozda ve sürede ilaç kullanımının önemine vurgu yaparak, antibiyotiklerin gereksiz yere kullanılmasının sağlık sorunlarına yol açabileceğini anlattı. Ayrıca, ilaçların reçete edildiği şekilde ve sürede kullanılmasının hastalıkların etkili bir şekilde tedavi edilmesine katkı sağlayacağını belirttiler. Etkinlik kapsamında vatandaşlara broşürler de dağıtılarak, doğru ilaç kullanımıyla ilgili önemli bilgiler sunuldu. Babaeski İlçe Sağlık Müdürlüğü ekipleri, toplumun sağlık konusunda bilinçlenmesine yönelik gerçekleştirdiği bu tür etkinliklere devam edeceğini belirtti.
Babaeski İlçe Sağlık Müdürlüğü ekipleri vatandaşlara şu bilgilendirmelerde bulundu:
“Antibiyotikler, bakterileri öldüren veya üremesini durduran maddelerdir. Kelime anlamı ile “antibiyotik” terimi, “hayata karşı” demektir. Antibiyotik kelimesinin kökeni ise 1890 yılında Jean Paul Vuillemin tarafından farklı mikroorganizmalar arasındaki antagonistik etkiyi açıklamak için simbiyozun zıt anlamlısı olarak ilk kez kullanılan antibiyoz sözcüğüne dayanmaktadır. Antibiyotik çağının başlangıcı ise Paul Ehrlich ve Alexander Fleming'in isimleri ile özdeşleştirilmektedir. Enfeksiyonları tedavi edecek bir takım maddelerin arayışında olan Alman bakteriyolog Ehrlich 1909 yılında, sifilizin erken döneminde etkili olduğu ispatlanan arsenik bazlı maddeye “salvarsan” adını vermiş ve “seçici toksik etki” kavramını ortaya atmıştır. Seçici toksik etki, kemoterapötik maddelerin düşük konsantrasyonlarda kullanıldığında mikroorganizmalara zarar vermesidir. 1910 yılında ilk antimikrobiyal madde olan salvarsan sifilizin tedavisinde kullanılmıştır. 1928 yılında stafilokoklar üzerinde çalışma yapan bakteriyolog Sir Alexander Fleming, bir tesadüf sonucu kültür ortamına bulaşmış küf mantarının çevresindeki stafilokokların üreyemediklerini ve öldüklerini görmüştür. Bu mantarın kültür filtratları, deneysel enfeksiyonlarda birçok bakteri üzerinde etkili bulunmuş ve Fleming, üreyen küf mantarlarının Penicillinum türü olmasından esinlenerek bu filtratlara “penicillin” adını vermiştir. Böylece ilk antibiyotik 1928 yılında Sir Alexander Fleming tarafından keşfedilmiştir. Alman kimyager ve patolog Gerhard Domagk tarafından azo boyalarının antibakteriyel etkisi üzerine yürüttüğü çalışma sonucunda sülfonamidlerin bir ön ilacı olan ve sülfamidokrizoidin olarak da adlandırılan prontosil elde edilmiştir. Bu çalışmada Domagk, azo boyalarının Streptococcus bakterisi ile enfekte olmuş farelerde ölümü önlediği sonucuna ulaşmıştır. Nispeten kısa bir zaman sonra prontosilin sadece hayvanlarda deneysel enfeksiyonlarla mücadelede değil, aynı zamanda menenjit ve puerperal sepsis de dâhil olmak üzere insanlarda streptokokal hastalıklara karşı etkili olduğu gösterilmiştir. 1935 yılında sülfonamidler piyasaya sürülmüş ve sistemik olarak kullanılan ilk antibiyotik olmuştur. Domagk bu çalışması ile 1939 yılında Nobel Tıp Ödülü’nü kazanmıştır. 1941 yılında Ernest Boris Chain ve Howard Florey penisilinin ilk klinik çalışmalarına başlamıştır. Sepsise neden olan ciddi bir yüz enfeksiyonu geçiren polis Albert Alexander penisilinle tedavi edilen ilk kişi olmuştur. Tedavinin ilk beş gününde durumu önemli ölçüde iyileşmiş ancak sınırlı miktardaki penisilinin bitmesi sebebiyle bu hasta sepsis nedeniyle kaybedilmiştir. Bu üzücü olayla birlikte, penisilinin etkinliği ve önemi klinisyenler tarafından anlaşılmıştır. Penisilinin yeterli miktarda tedarik edilmesiyle birlikte hastalar başarılı bir şekilde tedavi edilmiş ve tamamen iyileşmiştir. İlaca olan gereksinim ve 2. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Avrupa, Afrika ve Asya'daki savaş alanlarında savaşan ve enfeksiyonlardan ölen müttefik kuvvetlerin ihtiyaçları için yeterli miktarda yeni antibiyotik üretmek amacıyla “AngloAmerikan Penisilin Projesi” başlatılmıştır. Böylece 1943’te askerler için penisilin üretilmiş ve bu sayede birçok askerin hayatı kurtulmuştur. Sir Alexander Fleming, Ernest Boris Chain ve Howard Florey ile birlikte çalışmaları ilerleterek penisilininin sınai üretimine başlamış ve bu çalışmalarıyla 1945 yılında Nobel Ödülünü kazanmışlardır. 1945'te penisilin, ordu için özel bir ilaç olmaktan çıkıp tüm halkın kullanımına sunulmuş ve milyonlar için hayat kurtaran bir ilaca dönüşmüştür. Penisilinin keşfinden sonra antimikrobiyal bileşiklerin üretimine ilişkin yapılan 2 çalışmalar sonucunda antibiyotiklerin keşfi birbirini izlemiştir. 1940'lardan 1960'lara kadar neredeyse her yıl yeni antibiyotik sınıfı geliştirilmiştir. Bu antibiyotikler sayesinde birçok enfeksiyon hastalığı başarıyla tedavi edilmeye başlanmıştır. Antibiyotiklerin “isim babası” olan Selman A. Waksman’ın tarafından bulunan streptomisin, tüberküloz tedavisinde çığır açmıştır. Bu dönem “Antibiyotiklerin Altın Çağı” olarak adlandırılmıştır Bu dönemde geliştirilen antibiyotiklerin çoğu hala klinik kullanımdadır ancak bunların etkinlikleri antimikrobiyal direnç nedeniyle azalmıştır. 1939 yılında penisilinlerin saf olarak elde edilmesinden yalnızca bir yıl sonra 1940’da Edward Penley Abraham’ın ve Ernst Boris Chain’in penisilinazı bulması bilim dünyasında hayal kırıklığına neden olmuştur.
Penisilinin keşfi, 1945 yılında Nobel ödülünü kazandırmış ve Fleming ödül töreninde yaptığı konuşmada bakterilerin bu maddelere belirli süre maruziyeti sonucu direnç kazanabileceğini ifade ederek antibakteriyel direnç konusuna dikkat çekmiştir. Antibiyotik direnci, bakterinin antibiyotik varlığına rağmen ölmemesi veya üremeye devam etmesi olarak ifade edilebilir. Antibiyotiklerin keşfi ve kullanıma girmesi ile bakterilerin direnç kazanması genellikle birbirini takip etmiştir. Antibiyotiklerin altın çağından sonra kullanıma giren yeni antibakteriyel ilaçların sayısı giderek azalmaktadır. Çünkü yeni geliştirilen her antibiyotikle birlikte, o antibiyotiğe karşı neredeyse aynı hızda direnç gelişmektedir. Bu durum, yeni antibiyotik geliştirilmesini olumsuz etkilemektedir. Antibiyotik direncinin, antibiyotik tüketimi ile doğrudan ilişkili olduğu bilinmektedir.”
GÜRKAN GÖREN